DOLAR

32,5254$% -0.06

EURO

34,9835% 0.39

STERLİN

40,8173£% 0.58

GRAM ALTIN

2.434,19%0,47

ÇEYREK ALTIN

4.064,00%-0,15

TAM ALTIN

16.228,00%-0,03

ONS

2.327,01%0,49

BİST100

9.779,91%0,59

BİTCOİN

2074516฿%-4.11578

a
alan18-kopya
Narin Demirci

Narin Demirci

29 Mart 2023 Çarşamba

BULUTU ENKAZA GÖMDÜN DE GİTTİN

BULUTU ENKAZA GÖMDÜN DE GİTTİN
0

BEĞENDİM

ABONE OL

“Asıl marifet buluttaydı ama herkes yağmura şiir yazdı” diyor ya Cahit Zarifoğlu, işte öyle bir durumdu bendeki de. Aslında biliyordum marifetin bulutta olduğunu. Ama ulaşamıyordum ki buluta. Öyle ulaşılmaz, öyle erişilmez bir yerdeydi. Uzatsam elimi dokunacaktım oysaki. Ama görünmez kelepçeler vardı sanki bileklerimde. Gönlümün avuçları açılmıştı duaya lakin dillerim lâl olmuştu adeta. Konuşmadı dillerim, konuşamadı. Ama ellerim, kalemlerim yazdı. Şiirlerle konuştum, mısralarla dertleştim. Seninle ilgisi olan her şeye ilgi duydum ve senin sevebileceğin her türlü şeyi sevdim. Yağmurlara şiirler yazdım mesela, hece hece seslendim hayatıma giren bu güzelliğe. Siyah beyaz dünyama kattığı bütün renkler, bütün güzellikler için yağmur damlalarının hepsine teşekkür ettim. 

Hâlbuki şairin de dediği gibi asıl marifet buluttaydı. Çünkü güzel bir evlat ancak güzel bir annenin eseridir. Lakin bilmek yetmiyor bazen. İçinden milyonlarca teşekkür fışkırsa da, sesini duyuramıyorsun hiç kimseye ve ulaştıramıyorsun hiçbir yere. Çığlık çığlık birikiyorsun kendi içinde. Ve yağmuruna şiirler yazmaya devam ediyorsun asıl marifetin bulutta olduğunu bile bile.

“Konuşsam dilim yanar, sussam kalbim” diyor ya üstad. Tam on beş yıl yandı kalbim. On beş yıl boyunca gönlümden katmer katmer şükranlar yükselse de arşı alaya, sesimi duyuramadım gökyüzündeki buluta. Sustum. Sustukça kendi içimde büyüdüm. Ancak hayatıma bir rahmet olarak yağan ‘sen yağmuru’nun sebebi olan o masmavi, o sonsuz gökyüzündeki buluta duyuramadım sesimi. “Dünyaya getirdiğin böyle bir güzellik için teşekkür ederim” diyemedim. Oysa hayalimdi gölgesinde serinlemek ve milyonlarca buseyle mutluluğumu dile getirmek. Ve şimdi o bulut, bembeyaz örtüsüyle, bambaşka bir sonsuzluk mavisinin derinliğinde…

Bundan böyle, sen bulutunu kaybettin, ben hayallerimi… Çünkü, “Sen bu yeryüzüne ne güzel bir yağmur damlası ikram ettin” diyemedim. Diktiği filizler boy verirken yeryüzünde, yerler yarıldı yerin en derin yerlerinde. Memleketimle birlikte yüreğimde de depremler oldu, tufanlar koptu. Senin canının yarısı nasıl düştüyse toprağın en hazin köşesine, benim canım da düştü seninkiyle birlikte aynı yere.

Şimdi lâl olmuş dillerimle değil, ‘sen yağmuru’nun gönlüme verdiği ilham ile anlatıyorum melalimi…

Ey gökyüzünün sonsuzluğundan kopup, farklı bir sonsuzluğun sevdasına düşen bulut!

Biliyor musun?

Sevdayı yalnızlık yarına ittin*

Vuslata afet süsünü verdin

Beyazı karaya sen kurban ettin

Bulutu enkaza gömdün de gittin **

Mekânın cennet, makamın âli olsun…

Çünkü sen âli bir evlat yetiştirdin…

(*): “Yar” kelimesi uçurum anlamında kullanılmıştır.

(**): Narin Demirci

NOT: Kahramanmaraş depreminde hayatını kaybeden herkese yüce Allah’tan rahmet, kalanlarımıza baş sağlığı diliyorum.

Devamını Oku

“AYAĞIN TOPAL OLSUN YÜREĞİN OLMASIN LENK”

“AYAĞIN TOPAL OLSUN YÜREĞİN OLMASIN LENK”
2

BEĞENDİM

ABONE OL

Timur, sultan olduktan sonra hemen hemen hiç savaş kaybetmeyen nadir sultanlardan biridir. Bir savaşta ayağından yaralandığı için “Aksak Timur” anlamına gelen “Timurlenk” lakabıyla da bilinen Timur’a bir gün maiyetinden bir grup insan sorar:

– Sultanımız! Bugüne kadar hiç yenilmediniz. Acaba bunun sırrı nedir?  

Timur bu soruya yanıtı şöyledir:

Sultan olduğum zamana kadar defalarca kez kardeşlerimle ve amca çocuklarımla taht kavgasına girdik ve defalarca kez yenildim. Son mağlubiyetimde askerlerim dağılmıştı ve ben de mağlup olup atımla birlikte ormana kaçmıştım. Onlar da atlarıyla peşimden geldiler. Ben atımı saldım ve bir taşın altına saklandım. Beni bulamayınca gittiler. Onların gittiğinden emin olmak için birkaç saat daha saklandığım yerde bekledim.

Çıktıktan sonra kendi kendime düşündüm. Beş seferdir savaşıyor ve başarısız oluyordum. Artık bir köye gidip yerleşmeyi ve orada çiftçilikle uğraşmayı, sultanlığın benim harcım olmadığını düşünüyordum. O sırada bir buğday tanesini almış yuvasına gitmekte olan bir karınca ilişti gözüme. Yuvasını da görüyordum. Yuvasına girmek üzereyken onu sınamak istedim ve sertleşmiş bir toprak parçasını alıp yuvasının önüne koydum. Toprak parçasının üzerinden çıkarken buğday tanesini düşürdü, almak için indi ve buğday tanesini yeniden yuvasına doğru çıkardı. Toprağın üstü dik olduğu için bir daha düşürdü ve bir kez daha getirdi buğdayı. Bunu dört kez yaptığını görünce kendi kendime “Benden fazla mı deneyeceksin?” diye sordum. Ama beşinciyi de denedi, altıncıyı da. Pür dikkat karıncayı izliyor, ne zaman yılacak ve pes edecek diye bekliyordum. Fakat karınca 66 kez denedi ve 67’nci denemesinde buğday tanesini yuvasına girdirmeyi başardı.

İşte o an kendi kendime “Ey Timur! Hani sen eşref-i mahlûkattın? Hani sen yaratılmışların en şereflisiydin?” diyerek bir hışımla ayağa kalktım. “68’i, 69’u deneyeceğim. Bu başım bu gövdede olduğu sürece denemekten vazgeçmeyeceğim” dedim ve ondan sonraki ilk savaşımı kazandım. 6’ıncı tahta geçmiş oldum. O gün bu gündür hiç yenilmedim. Bana bir karınca sabır ve kararlılığı öğretti. Ve o yüzden benim mürşidim bir karıncadır.

Bir karıncayı kendisine mürşid edinen bir Hakan’dır Timur. Zira her iş yürekte başlar, yürekte biter. İnsan olmayı bile başaramamış yüreksizlere zaten bir sözüm yok ama en azından yüreği olanlara da Ahmet Şafak’ın Timur için yazdığı şu dizeleriyle seslenmek istiyorum:

Bir karıncayı kendisine mürşid edinen bir Hakan’dır Timur. Zira her iş yürekte başlar, yürekte biter. İnsan olmayı bile başaramamış yüreksizlere zaten bir sözüm yok ama en azından yüreği olanlara da Ahmet Şafak’ın Timur için yazdığı şu dizeleriyle seslenmek istiyorum:

“Kalk haydi kalk Timur şu dünyaya bak Timur 

Büyük adam olmanın yolu büyük düşünmek 

Ayağın topal olsun yüreğin olmasın lenk”

Lenk: Topal

Devamını Oku

SENİ KAYBETMEK

SENİ KAYBETMEK
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Öyle sıradan bir şeye benzemiyordu seni kaybetmek. Yeryüzünün alt üst olması ve bütün tufanların her gün yeniden kopması gibi bir şeydi. Önce gökyüzünün mavisi çekildi üstümden, sonra gecemi aydınlatan yıldızlar kaydı siyahın en soylu, en hazin yerinden. Kutup yıldızım kayboldu, yönümü rotamı şaşırdım birden. Kalakaldım karanlıklar ortasında. 

Siyah beyaza döndü gökkuşağımın yedi rengi. Yüzünü güneşe dönmez oldu ayçekirdeğim. Şemsin ışıyan bütün şavkına sırtını döndü gündönderen. Yıkıldı, tarumar oldu senin için dua ettiğim içimdeki kutsal mabedim. Her şey anlamını yitirdi. Sustu dilimdeki kelam, kurudu kalemimdeki mürekkep. Şiirlerim can verdi sayfaların ortasında. Hiçbir harf, hiçbir hece ulayamadı kendisini bir başka harfe, bir başka heceye. Edebiyatım, anlamım yerle yeksan oldu gidişinle. Kalemim bir mahkeme salonunda değil senin için yazılmış şiirler için kırıldı en hassas yerinden. İdama mahkûm oldu tüm sözcüklerim.    

Yokluğun çok zordu. Ama kaybetmek bambaşka bir acıydı tarifi imkânsıza yakın. Çölde kana kana içmeyi hayal ettiğin son kalan tek damla suyunu yitirmek gibi bir şeydi. Dudaklarının yarılırcasına çatlaması ve ılık ılık kan süzülmesi gibiydi inceden inceden. Kan revan içinde kalmak, hüzünle harmanlanmaktı.  

Seni kaybetmek derin kesikler atmıştı ruhuma. Her gidişin izi silinmeyen bir çentikti. Paramparça olmuştu hislerim, inanışlarım. Bütün güven duygularım tek hamlenle un ufak olmuştu. Kimseciklere güvenemez olmuştum. Her şey şüpheliydi artık, her şey müphemdi. Bakışların, sözcüklerin hiçbir tılsımı kalmamıştı. Sanki ruhunu yitirmişti kâinat. Taş ve toprak yığınından başka bir şey değildi geriye kalan.

Seni kaybetmenin tek güzel yanı bir gün geleceğin umuduydu. Geleceğin günlerin hatırına varlığına şükretmekti. O günlerin hayaliyle yeniden nefes almak, yeniden yaşama başlamaktı. Umuda dair bir şeydi kaybın. 

Ama gelmedin…

Gelmeyeceksin…

Ve benim için ne anlam ifade ettiğini hiçbir zaman bilmeyeceksin…

Devamını Oku

ŞEHİRLER DE İNSANLARA BENZER

ŞEHİRLER DE İNSANLARA BENZER
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Şehirler de insanlara benzer. Duyguları, açlıkları, nefretleri, aşkları vardır” diyor Ümit Yaşar Oğuzcan. Ben en çok açlığı olduğuna inandım. Çünkü en fazla sana aç kaldı bu şehir. En çok seni özledi, seni bekledi, sana doğru hasretler yüklendi sırtının en kambur yerine. En çok senin yokluğunu çekti. Çünkü en çok sen gelmek istedin bu şehre, en çok sen özledin.

Hani Ortaköy’de kumpir, Kanlıca’da en lezzetli yoğurdu yiyecektin? Kız Kulesi’ne bakan bir bankta çay içecek, gözlerimin içine baka baka hangi şiirlerin sana yazılmış olduğunu tahmin edecektin. Belki de şiirlerden fallar tutacak, “Bu şiirde seviyor”, “Bu şiirde sevmiyor” diyecektin. Sensiz geçen bir ömrün her gününü, her anını dinleyecektin benden. Ben anlatmadıkça bir şiir daha çekecektin içine. Hecelerde, mısralarda, kıtalarda arayacaktın söylenmemiş, dile gelmemiş ne varsa.

“Yaz” diyordun hani “yaz mutlaka”. “Sen yaz ben okuyayım” diyordun. Bak yazdım ben. Hem de çok şey yazdım. Kimisi senin gözlerine bile değmeden kaldı sayfalar arasında. Kimisi de kaleme, kâğıda gerek kalmadan dualarla yazılıp gönderildi arşı alaya.

“Gel” diyordun hani “gel mutlaka”. “Sen gel, ben de geleyim” diyordun. Bak geldim ben. Hem de çoktan ayakbastım bütün sevdiğin yerlere. Şimdi sıra sende.

Haydi gel!

Martılar sana da söylesin en güzel şarkılarını kuşluk vakitlerinde

Güvercinler senin attığın buğday taneleriyle beslesin yavrularını

Vapurlar senin için kalksın iskelelerden

Ve Kız Kulesi senin için kalsın sepserin suların tam ortasında

Deniz sana doğru savursun masmavi dalgalarını köpük köpük

Maviyle beyazın en güzel ahengi senin için oluşsun

Yunuslar sevincinden ne yapacağını şaşırsın seni görünce

Gel de boğaz ikiye bölünmesin bundan böyle

Seninle bütünleşsin, tekmil olsun kıtalar

Asya’sı Avrupa’sı kalmasın bu işin

Her şey sen oluversin birden bire

Haydi gel!

İstanbul gibi bak gözlerime

Bakışlarından mavi mavi

Sonsuzluk damlasın gözlerimin içine

Ve “Şehirler de insanlara benzer” diyen Ümit Yaşar haklı çıksın. Gel de sana benzesin bu şehir.

Gel de sana benzesin…  

Devamını Oku

ELVEDA BONCUK GÖZLÜ ŞAİR “CÜNEYT ARKIN”

ELVEDA BONCUK GÖZLÜ ŞAİR “CÜNEYT ARKIN”
0

BEĞENDİM

ABONE OL

“1937’de doğdu

Beş yıl sonra bozkırda

Babasının yanında çoban oldu

Öksüz kuzuları sevdi, köpeğini, eşeğini

Güneşin soğuktan bağrı yanık

Kara kuru yoksul

Ama sonsuz hür bir çocukluğu oldu

Gençliğinde hiçbir kızın elini tutmadı

Ve bir gün doktor oldu

Sonra artiz

Malın gözüydü artık

Nice kadınlar sevdi

Hiçbiri yoktu

Çünkü onları öpmüyor

Karate yapıyordu

Yüzlerce film, o kadar köfte

Hayatı boyunca ‘nayır’, ‘nolamaz’ dedi

Geçenlerde öldü

Reklam filmi çekerken”

O, kendi kendisini anlattığı bu şiirinde de bahsettiği gibi bir bozkır çocuğu. Ancak yüreğinin topraklarına çeşit çeşit yetenekler ekmiş bir sanatkâr. Yüreğini bozkır ve çorak bırakmamış, ekmiş, biçmiş, yeşertmiş. Türlü türlü yemiş üretmiş ve derdi, davası hep memleket olmuş, vatan olmuş. Aktörlüğünü de şairliğini de memleketine yontmuş. “Memleketim” diye seslenmiş “Memleketim” diye içlenmiş. Sonra bir başka dizelerde şöyle devam etmiş;

“Memleketim

Türkiyem

En korkunç eşkıya olarak yemin ettim

Amerika, mamarika

Daha ne kadar düşman varsa

Mesela medya

Sizlere çiçeklerimi çiğnetmeyeceğim

Çünkü benim her çiçeğim bir memlekettir”

Diyorum ya, bozkır topraklarda doğmuş olsa da yüreğinde sanatla birlikte güzellikler yeşerten bir insan o. Bazen şiirlerinde buğdaylarla birlikte ölen, bazen de aynı şiirin bir başka yerinde memleket türküsüyle vücuda gelen; ara sıra bozkırın üstündeki bulutlara, başka bir zamanda da yiğit atlara binen ve şiirlerde ağlayıp şiirlerde umut eden bir insan hem de.

“Karayel kavurup öldürdüğünde buğdayları

Ben de ölürdüm

Bahar gelip hayat verdiğinde bozkıra

Bir memleket türküsü olurdum

Yağmur yağdığında tarlalara

Doya doya yağmuru içerdim

Bulutlar bozkır göğünde uçuşurken

Üstlerine biner

Bembeyaz yiğit bir at

Masallara uçardım

Dağlarda çoban ateşleri yandığında

Baştan aşağı bir eşkıya

Zalimlerin korkusu olurdum

Nerede bir bebek doğsa

Adını ben koyardım

‘Memleketim’”

Çobanlıktan doktorluğa, doktorluktan film yıldızlığına uzanan bir çizgide güzel bir insan olarak kalmak, kendi doğruları içinde eğilmeden, bükülmeden dik durarak bir ömür yaşamak. İşte bu her yiğidin harcı değildir. Yüzlerce yeşilçam filminde hep bir kahramandı o. Bir babayiğitti. Kimi zaman ‘Kara Murat’, kimi zaman ‘Battal Gazi’, kimi zaman da ‘Malkoçoğlu’ydu. Ancak o gerçek kahramanlığı ve gerçek bir Malkoçoğlu olmayı şöyle anlatıyor;

“Bana diyorlar ki, “Sen Malkoçoğlusun”. Kahraman. Kahraman nedir ya? Vallahi, Türkiye’de evine alın teriyle, namusuyla ekmek götürüp ailesini doyuran her ana-baba kahramandır. Bu çok önemli. Ana-babanın bir diğer şerefli görevi de çocuklarına en iyi eğitimi vermek. Ben o işi yaptığıma inanıyorum. Ondan sonra ne halt olurlarsa olsunlar. Biri artist olur, biri artiz olur, hiç karışmadım.”

Böyle söylüyor, böyle tanımlıyor gerçek kahramanlığı. Nasıl olur da, “Gerçek bir kahraman, gerçek bir babayiğit” demezsin ki onun için. Şiir gibi yaşadı hayatını. Çünkü o çok güzel bir şairdi. Tıpkı bir başka güzel şair Ahmet Selçuk İlkan’ın, “Şairler kahraman­lardır. İnsanların düşünemediğini, söyleyemediğini, cesaret edemediğini dünyada en önce şairler söylemiştir. Marşları da, savaş­ları da, zaferleri de yazan şairlerdir” dediği gibi. Gerçek bir kahramandır Cüneyt Arkın da. Mavi gözlü bir Kara Murat, davasına kara sevdalı bir dilaver.

Ulvi davaların adamı. Her türlü sömürünün ve emperyalizmin karşısında dimdik durmak; kişiliğini ve sanatını hiçbir şeye ve hiçbir kimseye peşkeş çekmemekti içindeki kutsallardan biri de. Dizeleri bile başkaldırıyor emperyalizme. Bütün dünyayı bombalara boğsa da, o bombaların bir çiçeğin güzelliğine yenileceğini anlatıyor şiirlerinin birinde.  

“Kocaman Amerika

Baştan aşağı bomba

Yok etti şehirleri, insanları

Yaşlıları, çocukları

Dağları, nehirleri

Kuşları, böcekleri

Çiçekleri

Lakin adalet bu

Göremedi

Uzak bir dağın

Uzak bir yerinde

Yeniden açan bir kır çiçeğini”

İnsanlık onuru, umut, hürriyet ve ekmek kokar bütün mısraları. Vatan kokar buram buram. İnsanca yaşamaktan, bunun yolunun da kucaklaşmaktan geçtiğine dem vurur. Ilgıt ılgıt Anadolu eser hecelerinde ve herkes Anadolu’yu görür o şiirlerin çehlerinde. Mesela şöyle seslenir memleketinin insanına şairce;

“Ne kadar sıkı tutarsan amacını

Kardeşinin göğsünde tutar gibi

Çoğalır, çoğalırsınız

Ekmek ve hürriyet gibi

Kutsaldır hakkını isteyen insan

Kutsal ve helal

Alın teri

Ne zamanki yürürsünüz bu uzun yolda

Çoğala çoğala

Kucaklaşmış tek vücut

Tek hedef

İnsanca yaşamak

Vatanda

Vatanseverler

Güzel bir dünya bırakırsınız

Çocuklarınıza

Ekmek ve hürriyeti

Çoğalta çoğalta”

Bütün bu güzel hasletlerle dünyanın kurtarılacağına inanırdı. Çünkü zaten ‘Dünyayı Kurtaran Adam’mımız değil miydi o? Hâl böyleyken dünyayı kurtarmanın da şifresini veriyordu bir şiirinde yine;

“Ben kurtardıysam dünyayı

Sen de yapabilirsin arkadaş

Dert etme

Gülümse

Güller açsın yüzünde

Umudu yaşatmaktır yeryüzünde

Her gülümseme”

“Ben kurtardıysam dünyayı sen de yapabilirsin” diyor. Kendi içine yöneltiyor insanı ve kendi içindeki cevheri görmelerini umuyor. “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur” der gibi haykırıyor şiirlerinde. Kendisi herkesin kahramanı olsa da, “Benim kahramanım Türk halkıdır” diyor ve bu sözünü bile şu şekilde şiirleştiriyor önsöz olarak kaleme aldığı bir kitabında;

“Evet, benim kahramanın Türk halkıdır

Çünkü arif bir halktır

En zor şartlar altında mucizeler yaratır, yaşar

Açlık sınırı altında bile yaşar

Borç batağında yaşar

Soygun, talan, yalandan nefret eder

İnsanın içini temizler, adam eder

Yüreğiyle anlar, zorlukları yener

Tarih boyunca köle olmamıştır

Her türlü hürriyetsizlikten nefret eder

Ruhu bağımsızdır” 

Şiiri sadece dizelerde yaşayan bir şair değil üstelik o. Onu bütün damarlarında hisseden ve hissettiren bir şair. Günlük konuşmasında bile kelimelere ustaca hâkim oluşuyla, insanlara adeta ‘şiir dinliyorum’ izlenimi oluşturan bir şair. Çünkü sözcüklerin de kahramanı o. Bu örneğe çok net şahit olabileceğimiz katıldığı bir televizyon programında diyor ki;

“O günlere, o koyun güttüğüm

Çobanlık ettiğim günlere dönmek isterim

Yani gece boyunca gidiyorsunuz

Koyunlar otluyor

Otları koparma sesleri geliyor

Ara sıra bir kuş ötüyor

Yuvaya eşini çağırıyor

Uzaktan bir köpek uluması

Sonra gecenin tuhaf sessizliği

O karanlık, hafif morumsu

Yürüyorsunuz, çiy yağmış

Buraya kadar ıslanıyorsunuz

Sabaha karşı doyuyor, uzanıyor

Ben de tarlaya, toprağa uzanıyorum

Şöyle bir kesek

Toprak parçası yastık gibi

Başımı koyduğum zaman

Dünyanın en güzel uykusunu uyuyordum”

Cüneyt Arkın’ın bir şiiri desem yalan olmaz bu ifadelere. Ancak bu bir şiir değil. Katıldığı televizyon programında çobanlık yıllarını anlatırken ki konuşmasından aldığım bir kesit sadece. Anlatımı şiir gibi, yaşantısı şiir gibi, sevdası, davası şiir gibi bir adam. Şiiri sadece yazıp bırakmayan, aynı zamanda hayatının her alanına yayan bir adam. Şiirin o vakur duruşunu üzerinde taşıyan ender bir şair. Türk şiirinin Kara Murat’ı. Çünkü o, yağızlığı ve dik duruşunu şairliğiyle bütünleştiren hakiki bir kahraman.

Hecelerin, dizelerin, mısraların tükendiği yerden bir şair gönlüyle sesleniyorum şimdi:    

Elveda sana Türk şiirinin Kara Murat’ı

Yeşilçamın Malkoçoğlu’su, Battalgazi’si

Tıp dünyasının aktör hekimi

İnsanlığımızın efsane karakteri

Mekânın cennet, yattığın yer pirüpak olsun

Elveda mavisiyle sonsuzluktan haber veren

Boncuk gözlü şairim elveda…

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.